Toprağa Cemre Düştü, Şubata Şehadet

Abone Ol

Müezzinin "Haydi namaza! Namaz uykudan hayırlıdır" nidalarıyla açtı gözlerini. Abdest alıp kıyama durdu. Şükretti; hem onu bu tatlı uykusundan uyandıran namaz nimeti için hem de Allah'ın namaz kılabilecek imanı ve takati ona verdiği için. Zira uyku yarı ölüm haliydi. Akşam gözünü kapatan sabaha erişir miydi, belirsizdi. Sabah namazı bu yüzden bir diriliş, varlığının farkına varmaktı. Yaşadığını sanan ölüler arasında…

Kar bütün haşmetiyle yağarken gözü ilişti takvim yapraklarına. Şubat’tı, aylardan Şehadet... Düşüncelerle yaklaştı pencereye. Gezindirdi gözlerini. Ne hüzünlü bir ay, ne mahzun bir havaydı esen! Ama hayır, farklıydı… Hüznüyle esen rüzgâr bir şeyleri müjdeleyerek gelmişti. Çok uzak diyarlardan gelen bu esinti, gitmiş ve gelmekte olan kervanların müjdeleyicisiydi. Her bir kar tanesi bir şehidi andırarak yağıyordu, zalimden ve mazlumdan habersiz insanlığın üzerine.

Bu ayı farklı kılan bir şeyler vardı. Sanki bu ay daha fazla uğramıştı kervan diyarlara. Daha fazla melek inmiş, yerküre rahmetle dolup taşmıştı. Daha fazla yürek yanmış, daha fazla ağıt yakılmıştı. Şehadet dedi usulca. Ne kutlu bir diriliş… Ancak hak edenler kazanır, dedi buruk bir sesle. Yüzü düştü birden. Elbette, kutlu diriliş hak edenleri bulurdu. Onlar ki dünyanın cazibesinden vazgeçip yalnız Allah’a adanmışlardı. Doğum ile ölüm arasındaki bu hengâmede yılmadan çalışmış, izzetli bir mücadelenin tarihini yazmışlardı.

Sürgünler ağırlamıştı onları, gözü yaşlı hicretler... İslami değerlerin hiçe sayıldığı dönemde, tozlaşmış ve yozlaşmış beyinlerin üstündeki kara bulutları dağıtmak için çalışmışlardı. Akıttıkları kan filiz vermişti. Bugün yiğit erler, bırakmış oldukları mirası sahiplenmenin çabası içerisindeydi. Minnetle yâd ediyorlardı onları. Aklına düştü bir bir kutlu yolun öncüleri. Ne çok şehit vermişti bu ay, ne çok cemre düşmüştü toprağa.

İskilipli Âtıf Hoca, Hasan el-Bennâ, Malcolm X, Metin Yüksel ve niceleri... Onlar insanlığa yol gösteren seçkin yıldızlardı. Duasına aldı hepsini. İmanla süslü bir hayat, şehadet sonlu bir ölüm diledi. Şubat’ın soğuğu da başkaydı bugün. Adanmışların döktüğü kan, ruhuna işlemişti. Akıtılan iman teriyle yoğrulmuş bir ömrün şahitliğine tanıklık etmişti. Ağaçlar, dağ, taş, hatta kefen giymiş toprak bile şehitleri hatırlatıyordu.

Bu duygularla üniversitenin yolunu tuttu. Başı önünde, usul usul çıktı basamakları. Koridorlar, bir şehidi yâd etmekle, dönemeçler, bir öğütle kaplanmıştı. İlerledi bir süre, sonra yürüyüşü yavaşladı. Gözüne bir idam sehpası ilişti. Ne çok şahitlik etmişti kendisini seyreden gölge kalabalıklara, mazlumca ölümlere, sonu gelmeyen hicretlere... Şahitliğine bir ayrılık daha eklenmişti. 4 Şubat'ın cemresi yürekteydi.

Mümtaz bir âlimi ağırlamıştı bu sefer. Haklı olduğu bilinmesine rağmen, içlerine sinmiş kin ve öfke galebe çalınca olanlar olmuştu. "Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır" dediği için asılmıştı. Ölüme giderken bile vakur ve heybetliydi. Zalimler için bu bir son olsa bile, şehitler için onur vericiydi. Zira yapılan Allah için yapılmıştı. Zaten yaratılış amacı da bu değil miydi? "Katil ve zalimlerle mahşerde hesaplaşacağız" müjdesini vererek ayrıldı. Kutlu olsun dedi içinden. Bir Âtıf olmak vardı.

Not düştü hayat defterine: Sonu ölüm olsa da doğrulardan ödün verilmeyecekti. Ölüm madem bir defa uğrayacaktı, Allah için yapılan işler üzerinde olunmalıydı. Korku ise bu deftere hiç yazılmamalıydı.

Bugünlere kolay gelinmemişti… Bedeller ve fedakârlıklar… Bunlar kuru bir bilinmeyle anlaşılmazken, bütün bunlardan uzak sözde ihtisas sahipleri, teknolojiye hapsolmuş haz ve hız çağının gençleri, yaşamı eğlenceden ibaret sanıp konfor alanını genişletenler… Şubat’ın ruhunu nasıl anlasın ki? Belki de bütün bunlar unutulmasın diye şehadet Şubat’ta birikmişti.

Ne mutlu İslam meşalesini tökezlemeden taşıyanlara, ne mutlu yüreklerini ifsat etmeyenlere ve ne mutlu ki vefa sahiplerine... Karakteri oturmuş şahsiyetler tarihe kazınırdı. Onların kitaplarında ve dualarında ayrım söz konusu değildi. Zira Üstad’ın;

"Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var?"

sözleriyle hareket ediyorlardı. Bütün yaratılmışları birer sorumluluk alanı olarak görüp daveti dost düşman demeden ulaştırıyorlardı.

Derin bir iç çekmeyle kaldırdı başını. Bakındı etrafına. İnsan seli… Kör ve sağır bir kalabalık… Ne içinden geçirdiklerini duyurabiliyordu onlara ne de hissettiklerini. Birçoğu habersizdi bütün bunlardan. Acıdı birden sonra.

İçindeki kalabalığa döndü. Oradan da kalabalık bir salona... İnsanların etrafında toplanıp can kulağıyla konuşmasını beklediği biri... Samimiyeti kimlik bilen, kardeşliği her şeyden önceleyen biri... Malcolm X.

Gayreti ve samimiyeti, onun hidayet defterine yazılmasını sağlamıştı. Bir hac ziyareti sırasında, bütün renklerden insanların Allah'a kulluk ettiğini görünce hakiki imana ermişti. Daveti günden güne yayılıyordu. Öyle bir seda ki, ırkçılığın ideolojik bir düşünce olmadığını, hastalık sahibi kişilere haykırıyordu.

Ve 21 Şubat... Vuslatın soğuk rüzgârı tenine değmişti. “İçimden bir ses diyor ki, bugün kürsüye adım atmamalısın” demişti. Beş dakika sonra ise, kürsüde şehadet parmağını kaldırırken bedenine saplanan on altı kurşun...

Şehadet bir dönüm noktasıydı. Bütün günahlardan arınış, bir kurtuluş reçetesi...

Ve 23 Şubat... Bir cami avlusu... Gencecik bir yiğit, namaz çıkışı hain kurşunlara hedef olmuştu. Metin Yüksel... Bütün mücadelesi, kardeşlik bağları kurmak üzerineydi. Lakin onu öldürmekle kahraman olacağını sananlar, yürekleri yara almış namertlerdi.

Şubat böyleydi işte… Toprağa düşen her cemre, yüreğinde hüznün ve sevincin izlerini bırakıyordu.

"Allah’ım, dünyada şehadetten ve imandan başka bir şeyle bizi çıkarma. Yolumuzu aydınlatan şehitlerden gafil eyleme."

Minnet duydu, şükretti, yâd etti. Avucundaki duaları ve şehitlerden oluşturduğu demeti alarak doğruldu. Ve dersliğin yolunu tuttu…